AİLE KURUMUNUN ÖNEMİ & BİR AİLE ROMANI: BİR ŞEHİR ÜÇ NESİL
Yazının Giriş Tarihi: 20.08.2025 16:53
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.08.2025 16:54
Sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesiyle birlikte “aile” kurumunun önemi daha güçlü bir şekilde gündeme gelmiş ve gerek kamu kurumları gerek yerel yönetimler ve “aile kurumu”na destek olmak ve “aile kurumu”nu güçlendirmek için yoğun bir çaba göstermeye başlamışlardır. Toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden medyanın da bu çalışmalardaki rolü oldukça önemlidir.
Bir toplumun geleceğe güvenle yürümesini, o ülkede var olan aile kurumunun değer yargıları ve ailelerin geçmişten gelen eğitim ve kültür anlayışını devam ettirmekteki becerileri belirlemektedir. Toplumsal değişim, geçmişten aldığı birikimle bugünü objektif bir bakış açısıyla okumayı ve en doğru şekilde geleneksel ve toplumsal değerlerin bütünlüğünü temellendirmeyi gerektirmektedir.
Aile, toplumun en temel ve en kadim kurumlarından biri olarak, tarih boyunca sosyoloji, antropoloji, psikoloji ve demografi gibi birçok bilim dalının araştırma konusu olmuştur. Günümüzde de bu araştırmalar, ailenin değişen yapısını, işlevlerini ve karşılaştığı zorlukları anlamak için büyük bir önem taşımaktadır. Aile kurumu o kadar önemlidir ki devletler, aile kurumunun korunması ve güçlendirilmesi amacıyla çeşitli politikalar geliştirmektedirler.
Aile kavramı, Türk kültüründe de oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Aile, toplumun ve devletin temeli olmasının yanında mutlu ve sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlayan en önemli sosyal kurumdur. Türk milletinin dünyanın en eski milletlerinden biri olmasının ve yüzyıllarca dünya medeniyetine yön vermesinin ana sebeplerinden biri hiç şüphesiz Türk toplumunun sağlam ve güçlü bir aile yapısına sahip olmasıdır.
Türkiye’de özellikle son yıllarda toplumsal dinamiklerin de etkisiyle aile ve yuva kurma isteği üzerinde gösterilen yaklaşımlar, aile kurumunun geleneksel yapısı, kurulan ailelerdeki aile içi ilişkiler, çatışmalar veya dönüşümler çok büyük bir değişiklik göstermektedir.
TUİK’in (Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Raporları, 2024) verilerine göre ilk evlenme yaşının hem kadınlarda hem de erkeklerde yıllar içinde yükselişi dikkat çekmektedir. Bu durum, genç nesillerin evliliğe bakış açılarının değiştiğini, gençlerin ekonomi, kariyer ve eğitim gibi konulara öncelik verdiği düşüncesini de beraberinde getirmektedir. 2024 yılı itibarıyla ortalama ilk evlenme yaşı erkeklerde 28,3, kadınlarda ise 25,8 olarak kaydedilmiştir. Bu rakamlar, yıllar içinde sürekli bir artış eğilimi içindedir.
Türkiye'de son yıllarda artan boşanma oranları, aile kurumunun yaşadığı dönüşümü ön plana çıkarmaktadır. Ülkemizde, son zamanlarda büyük bir yükseliş gösteren boşanma sayısındaki artış aile kurumunun eskisine göre daha kırılgan bir hâle geldiğini gözler önüne sermektedir. TÜİK'in (Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Raporları, 2024) verilerine göre 2023 yılında boşanan çiftlerin sayısı, 173 bin 342 iken, 2024 yılında bu sayı 187 bin 343'e yükselmiştir. Boşanmaların en sık yaşandığı dönem ise %33,7'lik bir oranla evliliğin ilk 5 yılı içinde gerçekleşmektedir.
TUİK’in (Aile Raporları, 2008, 2016, 2024) verilerine göre, Türkiye'deki ortalama hanehalkı büyüklüğü yıllar içinde azalmıştır. Bu durum, geniş aile yapısından çekirdek aileye geçişin çok önemli bir göstergesidir. Ülkemizdeki en yaygın aile tipi, anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile yapısıdır; ancak tek kişilik hanehalkı ve tek ebeveynli ailelerin sayısında da azımsanmayacak bir ölçüde artış olduğu gözlemlenmektedir.
Türkiye'de 2008 yılında 4 kişi olan ortalama hanehalkı büyüklüğü, azalma eğilimi göstererek 2024 yılında 3,11 kişiye düşmüştür. Tek kişilik hanehalklarının oranı 2016'da %14,9 iken, 2024'te %20'ye yükselmiştir. Bu durum bireyselleşmenin arttığının da çok açık bir göstergesidir. Geniş aileden oluşan hanehalklarının oranı 2016'da %16,3 iken, 2024'te bu oran %13,3'e gerilemiştir. Tek çekirdek aileden oluşan hanehalklarının oranı ise 2016'da %66,4 iken, 2024'te %63,5'e düşmüştür. Bu veriler, geniş aile yapısından çekirdek ve hatta tek kişilik hanehalkı modellerine doğru yaşanan köklü dönüşümü ortaya koymaktadır.
Kadınların iş hayatına daha fazla katılması aile içindeki rollerin yeniden dağılımını gündeme getirmiştir. Bu durum, aile içi görev paylaşımı ve sorumluluklar bağlamında yeni dinamikler yaratmaktadır. TÜİK’in (Hanehalkı İşgücü Araştırması ve İstatistiklerle Kadın Raporları, 2024) araştırma sonuçlarına göre, kadınların işgücüne katılım oranı %32,5 seviyesindeyken, erkeklerde bu oran %66,9 olarak kaydedilmiştir. Bu sonuçlar, geleneksel aile yapısını da dikkate alarak daha demokratik ve modern bir anlayışla aile içindeki rollerin getirdiği yeni sorumlulukların hoşgörü temelinde çözüme kavuşturulması gerektiği anlayışını gündeme taşımaktadır.
TÜİK'in (Yaşam Memnuniyeti Araştırması Sonuçları, 2024) bireylerin aile hayatlarından duydukları memnuniyet düzeyini kamuoyunun dikkatine sunmuştur. Araştırmada bireylere onları en çok neyin mutlu ettiği sorulduğunda, %72,9'unun en çok ailelerinin kendilerini mutlu ettiğini belirttiği ortaya çıkmıştır. Bu, aile kurumunun Türkiye'deki bireyler için mutluluğun en temel kaynağı olduğunu açıkça göstermektedir.
Evli bireylerin, evli olmayan bireylere göre daha mutlu olduğu gözlenmiştir. Mutlu olduğunu belirten evli bireylerin oranı %52,5 iken, evli olmayanlarda bu oran %44,0 olarak gerçekleşmiştir. Evli olan bireyler arasında kadınların mutluluk oranı daha yüksektir. Evli kadınların %55,4'ü mutlu olduğunu belirtirken, bu oran evli erkeklerde %49,5 olarak kaydedilmiştir. Aile içi ilişkilerden memnuniyet seviyesinin genel yaşam memnuniyetini doğrudan etkilediği ise yadsınamaz bir gerçektir.
Bu istatistiksel verilerin çok iyi değerlendirilip analiz edilmesi, “aile kurumunun” sürdürülmesi ve güçlendirilmesi için bilimsel yöntemler dikkate alınarak birtakım çözümler üretilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, Evlilik Öncesi Danışmanlık ve Eğitim Programları, Aile ve Çift Terapisi, Psikolojik Destek Hizmetleri, Eğitim Sisteminde Aile Bilincinin Geliştirilmesi, Medya ve Toplumsal Farkındalık Çalışmaları, Aile Okullarının Açılması vb. başlıklar altında toplumsal hizmetlerin yürütülmesi, yürütülen hizmetlerin güçlendirilmesi, yaygınlaştırılması, bireylere aile kurmanın önemi ve aile kurumunun en kutsal müesseselerden biri olduğu bilincinin yerleştirilmesi büyük bir önem arz etmektedir.
Bu yazıda kitapseverleri, “ideal (demokratik) aile modeli”nin vurgulandığı, geleneksel aile yapısıyla modern aile yapısının başarılı bir şekilde harmanlandığı, aile içi sorunlara gerçekçi çözümlerin getirildiği ve bir aydının bilgi, tecrübe ve gözlemleriyle zenginleştirdiği bir kitapla tanıştırmak düşüncesindeyiz.
BİR ŞEHİR ÜÇ NESİL
“Bir Şehir Üç Nesil” kitabının temel amacının, aile içinde sağlıklı bir iletişim kurabilmenin yollarını göstermek, erken dönemlerden itibaren anne/baba/çocuk arasında çıkması muhtemel olan ve geleceğe de taşınma ihtimali bulunan birtakım çatışmaların önüne geçebilmek ve mutlu bir aile yapısı kurmak için ebeveynlere ipuçları ve tavsiyeler vermek olduğu söylenebilir.
MEB tarafından hazırlanan Değerler Eğitimi müfredatıyla uyumlu olarak kaleme alınan romanda yazar, geleneksel bir Türk ailesini ve ondan sonra gelen üç kuşağı merkeze alarak, unuttuğumuz, üzerinde yeterince hassasiyet göstermediğimiz ve bu yüzden de hayata geçiremediğimiz değerlerimizi bize yeniden hatırlatıyor. Madde & mana ve çağdaş yaşam & geleneksel yaşam paradoksu üzerine kurulmuş olan bu romanda, çoğulcu bir bakış açısı kullanılıyor, kitapta geçen olaylar şiirsel ve samimi bir üslûpla ve bir kahve molası tadında okuyucuya aktarılıyor.
Geçmişin izlerini masalsı bir kurguyla bugüne taşıyan eserde yazarın mekân tercihinin (Tokat) çok doğru olduğunu ve bu seçimin kitapta anlatılan hikâyeyle güzel bir uyum oluşturduğu ifade edilebilir. Özgün tabiat tasvirlerinin bulunduğu roman, bahar mevsiminde yaşanan bir aşk hikâyesiyle başlıyor, bu sevdadan hareketle gül & bülbül mazmununa gönderme yapılıyor ve kitaptaki anlatım tarzı, zaman zaman divan edebiyatındaki üslûba yaklaşıyor.
Sade bir anlatıma sahip olan kitabın giriş bölümüne tabiat ve bahar betimlemesiyle başlanması ve olayların temiz bir aşk hikâyesi etrafında ilerliyor olması oldukça büyük bir anlam taşıyor. Yazar böylelikle kâinattaki her mutluluğun, her umudun ve güzel olan her şeyin sevgiyle başladığını vurgulamış oluyor. Şahıs kadrosunun geniş tutulduğu eserde, karakterler arasında hiçbir kuşak çatışması yaşanmıyor ve bu anlayışla insanlar arasındaki ortak dilin sevgi, saygı, hoşgörü ve insanı insan yapan değerler olduğunun altı çiziliyor.
“Bir Şehir Üç Nesil” adlı eserde yazar, kitapta geçen çeşitli olaylar vesilesiyle sevgi, saygı, hoşgörü, tevazu, nezaket, merhamet, çalışkanlık, adalet, sorumluluk, hikmet, iffet, vefa, fedakârlık, kanaat etme, duyarlılık gibi değerlerimizi ve bu değerlerin önemini okuyucuların dikkatlerine sunuyor. Sosyal kuralların, zamanın, insanlarla sağlıklı iletişim kurabilmenin, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin, kitap okumanın ve doğanın önemine değinen yazar, okula ve özellikle de aile kurumuna çok özel bir anlam yüklüyor.
Didaktik bir amaçla kaleme alınan eserde yazar, düşüncelerini kitaptaki karakterlerin uzun sayılabilecek tiratlarıyla okuyucuya iletiyor ve geleneksel ailelerde yetişen çocuklarla, parçalanmış aile çocukları arasındaki farkları gözler önüne sererek bu konuda anne - babaları uyarıyor, ebeveynlerin üzerine düşen görev ve sorumluluklara parmak basıyor ve "... Hiçbir durumda aile bağlarınızı sakın bozmayın. Aile; herkesin muradı, huzurun tam adı; duyguların oymağı, sevgilerin kaynağı; mutluluğun limanı, sohbetin divanı; sevinçlerin harmanı, sıkıntıların dermanı..." (s. 127) "Aile olmak; hayatı paylaşmaktır." (s. 129) "Aile olmak; zamanı birlikte yaşamaktır." (s. 130) ifadelerini kullanıyor. Bunun yanında kitapta akil ve bilge adam konumunda bulunan Kâmil Dede'nin, yazarın bizzat kendisini temsil ettiği dikkatli bir okuyucunun gözünden kaçmıyor.
Duygusal atmosferin yer yer yoğunlaştığı kitapta çocukların, gençlerin, anne - babaların ve öğretmenlerin görev ve sorumluluklarının altı çiziliyor ve okul/veli/öğrenci işbirliğinin önemi, akran zorbalıklarının çözümü, ergenlik döneminin özellikleri ve bu konuda öğretmenlerin ve ebeveynlerin göstermesi gereken tutum ve davranışlar hakkında üstü örtük olarak bazı bilgiler veriliyor.
Kitabın felsefî alt metninde ise Prof. Dr. Ertuğrul Yaman acısıyla, tatlısıyla, inişi çıkışıyla, iyisiyle kötüsüyle akmaya devam eden bu hayattaki asıl gerçek başarı nedir? sorusunu soruyor ve okuyucuyu hayatın ve varlığın anlamı hakkında düşünmeye sevk ediyor.
Çocuk yetiştirme konusunda dikkat edilmesi gereken hususların, roman türünün imkânları göz önünde bulundurularak kısa ve özlü bir şekilde altının çizilmesi, eserin değerini bir kat daha arttırıyor. Kitap bu yönüyle, anne - babaların, anne - baba adaylarının, öğretmenlerin ve eğitimcilerin mutlaka okuması gereken bir eser olma özelliği taşıyor.
Aile toplumun en küçük ve en temel unsurudur. Aile kurumunun gelişmesi, güçlenmesi ve aile fertlerinin doğru ve sağlıklı bir iletişim ve etkileşim içinde olması toplumsal dinamizmi daha da kuvvetlendirecektir. Bütün sorunları karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve sağlıklı bir iletişim yoluyla çözüme kavuşturmak mümkündür.
Değer - kültür aktarımı açısından da düşünüldüğü zaman çocukların en başta anne/babalar tarafından eğitildiği çok iyi kavranmalıdır. Çocuklar dünyanın en değerli hazineleridir, bu yüzden her anne - baba çocuklarını iyi eğitmeli ve onları geleceğe hazırlamalıdır.
Mutlu nesiller, ancak mutlu ailelerde büyüyen çocuklarla mümkündür. Bir yuva sıcaklığı içinde büyümemiş çocuklardan, mutlu bir dünya ve aydınlık bir gelecek kurmaları beklenemez. İyiliğin gücü, her şeyden üstündür ve iyilik de güzellik de sıcak yuvalarımızdadır.
Unutulmamalıdır ki bir toplum en zayıf halkası kadar güçlüdür. Modern dünyanın şartları, geleneksel aile yapısını hızlı bir şekilde değiştirdiği için ebeveynler, çocuk yetiştirme konusundaki alışkanlık ve anlayışlarını, başta pedagoji ve psikoloji bilimlerinin esaslarını dikkate alarak yeniden revize etmelidir.
Mutlu, sağlıklı ve huzurlu aileler, erdemli çocuklar yetiştirecek; bu nitelikli nesiller de özlemini duyduğumuz aydınlık yarınlarımızı ve geleceğimizi inşa edecektir.
Aile kurumu geliştikçe ve kalkındıkça güzel ülkemiz Türkiye’de gelişecek ve kalkınacaktır.
Bir Şehir Üç Nesil Romanı “aile” temasını sadece kurgusal bir olay olarak işlememekte bunun yanında okuyucuya gerçek hayata dair bir kesit de sunmaktadır.
“Bir Şehir Üç Nesil” isimli eser, bir aydının, bir bilim insanının toplumun en temel yapı taşı olan aile kurumuna gösterdiği sevgininin ve saygının bir göstergesi. Aile varsa toplum da vardır düsturuyla yazılmış nitelikli bir eser.
Keyifli okumalar dileğiyle…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet DEDEOĞLU
AİLE KURUMUNUN ÖNEMİ & BİR AİLE ROMANI: BİR ŞEHİR ÜÇ NESİL
Sn. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesiyle birlikte “aile” kurumunun önemi daha güçlü bir şekilde gündeme gelmiş ve gerek kamu kurumları gerek yerel yönetimler ve “aile kurumu”na destek olmak ve “aile kurumu”nu güçlendirmek için yoğun bir çaba göstermeye başlamışlardır. Toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket eden medyanın da bu çalışmalardaki rolü oldukça önemlidir.
Bir toplumun geleceğe güvenle yürümesini, o ülkede var olan aile kurumunun değer yargıları ve ailelerin geçmişten gelen eğitim ve kültür anlayışını devam ettirmekteki becerileri belirlemektedir. Toplumsal değişim, geçmişten aldığı birikimle bugünü objektif bir bakış açısıyla okumayı ve en doğru şekilde geleneksel ve toplumsal değerlerin bütünlüğünü temellendirmeyi gerektirmektedir.
Aile, toplumun en temel ve en kadim kurumlarından biri olarak, tarih boyunca sosyoloji, antropoloji, psikoloji ve demografi gibi birçok bilim dalının araştırma konusu olmuştur. Günümüzde de bu araştırmalar, ailenin değişen yapısını, işlevlerini ve karşılaştığı zorlukları anlamak için büyük bir önem taşımaktadır. Aile kurumu o kadar önemlidir ki devletler, aile kurumunun korunması ve güçlendirilmesi amacıyla çeşitli politikalar geliştirmektedirler.
Aile kavramı, Türk kültüründe de oldukça büyük bir önem taşımaktadır. Aile, toplumun ve devletin temeli olmasının yanında mutlu ve sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlayan en önemli sosyal kurumdur. Türk milletinin dünyanın en eski milletlerinden biri olmasının ve yüzyıllarca dünya medeniyetine yön vermesinin ana sebeplerinden biri hiç şüphesiz Türk toplumunun sağlam ve güçlü bir aile yapısına sahip olmasıdır.
Türkiye’de özellikle son yıllarda toplumsal dinamiklerin de etkisiyle aile ve yuva kurma isteği üzerinde gösterilen yaklaşımlar, aile kurumunun geleneksel yapısı, kurulan ailelerdeki aile içi ilişkiler, çatışmalar veya dönüşümler çok büyük bir değişiklik göstermektedir.
TUİK’in (Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Raporları, 2024) verilerine göre ilk evlenme yaşının hem kadınlarda hem de erkeklerde yıllar içinde yükselişi dikkat çekmektedir. Bu durum, genç nesillerin evliliğe bakış açılarının değiştiğini, gençlerin ekonomi, kariyer ve eğitim gibi konulara öncelik verdiği düşüncesini de beraberinde getirmektedir. 2024 yılı itibarıyla ortalama ilk evlenme yaşı erkeklerde 28,3, kadınlarda ise 25,8 olarak kaydedilmiştir. Bu rakamlar, yıllar içinde sürekli bir artış eğilimi içindedir.
Türkiye'de son yıllarda artan boşanma oranları, aile kurumunun yaşadığı dönüşümü ön plana çıkarmaktadır. Ülkemizde, son zamanlarda büyük bir yükseliş gösteren boşanma sayısındaki artış aile kurumunun eskisine göre daha kırılgan bir hâle geldiğini gözler önüne sermektedir. TÜİK'in (Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Raporları, 2024) verilerine göre 2023 yılında boşanan çiftlerin sayısı, 173 bin 342 iken, 2024 yılında bu sayı 187 bin 343'e yükselmiştir. Boşanmaların en sık yaşandığı dönem ise %33,7'lik bir oranla evliliğin ilk 5 yılı içinde gerçekleşmektedir.
TUİK’in (Aile Raporları, 2008, 2016, 2024) verilerine göre, Türkiye'deki ortalama hanehalkı büyüklüğü yıllar içinde azalmıştır. Bu durum, geniş aile yapısından çekirdek aileye geçişin çok önemli bir göstergesidir. Ülkemizdeki en yaygın aile tipi, anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile yapısıdır; ancak tek kişilik hanehalkı ve tek ebeveynli ailelerin sayısında da azımsanmayacak bir ölçüde artış olduğu gözlemlenmektedir.
Türkiye'de 2008 yılında 4 kişi olan ortalama hanehalkı büyüklüğü, azalma eğilimi göstererek 2024 yılında 3,11 kişiye düşmüştür. Tek kişilik hanehalklarının oranı 2016'da %14,9 iken, 2024'te %20'ye yükselmiştir. Bu durum bireyselleşmenin arttığının da çok açık bir göstergesidir. Geniş aileden oluşan hanehalklarının oranı 2016'da %16,3 iken, 2024'te bu oran %13,3'e gerilemiştir. Tek çekirdek aileden oluşan hanehalklarının oranı ise 2016'da %66,4 iken, 2024'te %63,5'e düşmüştür. Bu veriler, geniş aile yapısından çekirdek ve hatta tek kişilik hanehalkı modellerine doğru yaşanan köklü dönüşümü ortaya koymaktadır.
Kadınların iş hayatına daha fazla katılması aile içindeki rollerin yeniden dağılımını gündeme getirmiştir. Bu durum, aile içi görev paylaşımı ve sorumluluklar bağlamında yeni dinamikler yaratmaktadır. TÜİK’in (Hanehalkı İşgücü Araştırması ve İstatistiklerle Kadın Raporları, 2024) araştırma sonuçlarına göre, kadınların işgücüne katılım oranı %32,5 seviyesindeyken, erkeklerde bu oran %66,9 olarak kaydedilmiştir. Bu sonuçlar, geleneksel aile yapısını da dikkate alarak daha demokratik ve modern bir anlayışla aile içindeki rollerin getirdiği yeni sorumlulukların hoşgörü temelinde çözüme kavuşturulması gerektiği anlayışını gündeme taşımaktadır.
TÜİK'in (Yaşam Memnuniyeti Araştırması Sonuçları, 2024) bireylerin aile hayatlarından duydukları memnuniyet düzeyini kamuoyunun dikkatine sunmuştur. Araştırmada bireylere onları en çok neyin mutlu ettiği sorulduğunda, %72,9'unun en çok ailelerinin kendilerini mutlu ettiğini belirttiği ortaya çıkmıştır. Bu, aile kurumunun Türkiye'deki bireyler için mutluluğun en temel kaynağı olduğunu açıkça göstermektedir.
Evli bireylerin, evli olmayan bireylere göre daha mutlu olduğu gözlenmiştir. Mutlu olduğunu belirten evli bireylerin oranı %52,5 iken, evli olmayanlarda bu oran %44,0 olarak gerçekleşmiştir. Evli olan bireyler arasında kadınların mutluluk oranı daha yüksektir. Evli kadınların %55,4'ü mutlu olduğunu belirtirken, bu oran evli erkeklerde %49,5 olarak kaydedilmiştir. Aile içi ilişkilerden memnuniyet seviyesinin genel yaşam memnuniyetini doğrudan etkilediği ise yadsınamaz bir gerçektir.
Bu istatistiksel verilerin çok iyi değerlendirilip analiz edilmesi, “aile kurumunun” sürdürülmesi ve güçlendirilmesi için bilimsel yöntemler dikkate alınarak birtakım çözümler üretilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, Evlilik Öncesi Danışmanlık ve Eğitim Programları, Aile ve Çift Terapisi, Psikolojik Destek Hizmetleri, Eğitim Sisteminde Aile Bilincinin Geliştirilmesi, Medya ve Toplumsal Farkındalık Çalışmaları, Aile Okullarının Açılması vb. başlıklar altında toplumsal hizmetlerin yürütülmesi, yürütülen hizmetlerin güçlendirilmesi, yaygınlaştırılması, bireylere aile kurmanın önemi ve aile kurumunun en kutsal müesseselerden biri olduğu bilincinin yerleştirilmesi büyük bir önem arz etmektedir.
Bu yazıda kitapseverleri, “ideal (demokratik) aile modeli”nin vurgulandığı, geleneksel aile yapısıyla modern aile yapısının başarılı bir şekilde harmanlandığı, aile içi sorunlara gerçekçi çözümlerin getirildiği ve bir aydının bilgi, tecrübe ve gözlemleriyle zenginleştirdiği bir kitapla tanıştırmak düşüncesindeyiz.
BİR ŞEHİR ÜÇ NESİL
“Bir Şehir Üç Nesil” kitabının temel amacının, aile içinde sağlıklı bir iletişim kurabilmenin yollarını göstermek, erken dönemlerden itibaren anne/baba/çocuk arasında çıkması muhtemel olan ve geleceğe de taşınma ihtimali bulunan birtakım çatışmaların önüne geçebilmek ve mutlu bir aile yapısı kurmak için ebeveynlere ipuçları ve tavsiyeler vermek olduğu söylenebilir.
MEB tarafından hazırlanan Değerler Eğitimi müfredatıyla uyumlu olarak kaleme alınan romanda yazar, geleneksel bir Türk ailesini ve ondan sonra gelen üç kuşağı merkeze alarak, unuttuğumuz, üzerinde yeterince hassasiyet göstermediğimiz ve bu yüzden de hayata geçiremediğimiz değerlerimizi bize yeniden hatırlatıyor. Madde & mana ve çağdaş yaşam & geleneksel yaşam paradoksu üzerine kurulmuş olan bu romanda, çoğulcu bir bakış açısı kullanılıyor, kitapta geçen olaylar şiirsel ve samimi bir üslûpla ve bir kahve molası tadında okuyucuya aktarılıyor.
Geçmişin izlerini masalsı bir kurguyla bugüne taşıyan eserde yazarın mekân tercihinin (Tokat) çok doğru olduğunu ve bu seçimin kitapta anlatılan hikâyeyle güzel bir uyum oluşturduğu ifade edilebilir. Özgün tabiat tasvirlerinin bulunduğu roman, bahar mevsiminde yaşanan bir aşk hikâyesiyle başlıyor, bu sevdadan hareketle gül & bülbül mazmununa gönderme yapılıyor ve kitaptaki anlatım tarzı, zaman zaman divan edebiyatındaki üslûba yaklaşıyor.
Sade bir anlatıma sahip olan kitabın giriş bölümüne tabiat ve bahar betimlemesiyle başlanması ve olayların temiz bir aşk hikâyesi etrafında ilerliyor olması oldukça büyük bir anlam taşıyor. Yazar böylelikle kâinattaki her mutluluğun, her umudun ve güzel olan her şeyin sevgiyle başladığını vurgulamış oluyor. Şahıs kadrosunun geniş tutulduğu eserde, karakterler arasında hiçbir kuşak çatışması yaşanmıyor ve bu anlayışla insanlar arasındaki ortak dilin sevgi, saygı, hoşgörü ve insanı insan yapan değerler olduğunun altı çiziliyor.
“Bir Şehir Üç Nesil” adlı eserde yazar, kitapta geçen çeşitli olaylar vesilesiyle sevgi, saygı, hoşgörü, tevazu, nezaket, merhamet, çalışkanlık, adalet, sorumluluk, hikmet, iffet, vefa, fedakârlık, kanaat etme, duyarlılık gibi değerlerimizi ve bu değerlerin önemini okuyucuların dikkatlerine sunuyor. Sosyal kuralların, zamanın, insanlarla sağlıklı iletişim kurabilmenin, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin, kitap okumanın ve doğanın önemine değinen yazar, okula ve özellikle de aile kurumuna çok özel bir anlam yüklüyor.
Didaktik bir amaçla kaleme alınan eserde yazar, düşüncelerini kitaptaki karakterlerin uzun sayılabilecek tiratlarıyla okuyucuya iletiyor ve geleneksel ailelerde yetişen çocuklarla, parçalanmış aile çocukları arasındaki farkları gözler önüne sererek bu konuda anne - babaları uyarıyor, ebeveynlerin üzerine düşen görev ve sorumluluklara parmak basıyor ve "... Hiçbir durumda aile bağlarınızı sakın bozmayın. Aile; herkesin muradı, huzurun tam adı; duyguların oymağı, sevgilerin kaynağı; mutluluğun limanı, sohbetin divanı; sevinçlerin harmanı, sıkıntıların dermanı..." (s. 127) "Aile olmak; hayatı paylaşmaktır." (s. 129) "Aile olmak; zamanı birlikte yaşamaktır." (s. 130) ifadelerini kullanıyor. Bunun yanında kitapta akil ve bilge adam konumunda bulunan Kâmil Dede'nin, yazarın bizzat kendisini temsil ettiği dikkatli bir okuyucunun gözünden kaçmıyor.
Duygusal atmosferin yer yer yoğunlaştığı kitapta çocukların, gençlerin, anne - babaların ve öğretmenlerin görev ve sorumluluklarının altı çiziliyor ve okul/veli/öğrenci işbirliğinin önemi, akran zorbalıklarının çözümü, ergenlik döneminin özellikleri ve bu konuda öğretmenlerin ve ebeveynlerin göstermesi gereken tutum ve davranışlar hakkında üstü örtük olarak bazı bilgiler veriliyor.
Kitabın felsefî alt metninde ise Prof. Dr. Ertuğrul Yaman acısıyla, tatlısıyla, inişi çıkışıyla, iyisiyle kötüsüyle akmaya devam eden bu hayattaki asıl gerçek başarı nedir? sorusunu soruyor ve okuyucuyu hayatın ve varlığın anlamı hakkında düşünmeye sevk ediyor.
Çocuk yetiştirme konusunda dikkat edilmesi gereken hususların, roman türünün imkânları göz önünde bulundurularak kısa ve özlü bir şekilde altının çizilmesi, eserin değerini bir kat daha arttırıyor. Kitap bu yönüyle, anne - babaların, anne - baba adaylarının, öğretmenlerin ve eğitimcilerin mutlaka okuması gereken bir eser olma özelliği taşıyor.
Aile toplumun en küçük ve en temel unsurudur. Aile kurumunun gelişmesi, güçlenmesi ve aile fertlerinin doğru ve sağlıklı bir iletişim ve etkileşim içinde olması toplumsal dinamizmi daha da kuvvetlendirecektir. Bütün sorunları karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve sağlıklı bir iletişim yoluyla çözüme kavuşturmak mümkündür.
Değer - kültür aktarımı açısından da düşünüldüğü zaman çocukların en başta anne/babalar tarafından eğitildiği çok iyi kavranmalıdır. Çocuklar dünyanın en değerli hazineleridir, bu yüzden her anne - baba çocuklarını iyi eğitmeli ve onları geleceğe hazırlamalıdır.
Mutlu nesiller, ancak mutlu ailelerde büyüyen çocuklarla mümkündür. Bir yuva sıcaklığı içinde büyümemiş çocuklardan, mutlu bir dünya ve aydınlık bir gelecek kurmaları beklenemez. İyiliğin gücü, her şeyden üstündür ve iyilik de güzellik de sıcak yuvalarımızdadır.
Unutulmamalıdır ki bir toplum en zayıf halkası kadar güçlüdür. Modern dünyanın şartları, geleneksel aile yapısını hızlı bir şekilde değiştirdiği için ebeveynler, çocuk yetiştirme konusundaki alışkanlık ve anlayışlarını, başta pedagoji ve psikoloji bilimlerinin esaslarını dikkate alarak yeniden revize etmelidir.
Mutlu, sağlıklı ve huzurlu aileler, erdemli çocuklar yetiştirecek; bu nitelikli nesiller de özlemini duyduğumuz aydınlık yarınlarımızı ve geleceğimizi inşa edecektir.
Aile kurumu geliştikçe ve kalkındıkça güzel ülkemiz Türkiye’de gelişecek ve kalkınacaktır.
Bir Şehir Üç Nesil Romanı “aile” temasını sadece kurgusal bir olay olarak işlememekte bunun yanında okuyucuya gerçek hayata dair bir kesit de sunmaktadır.
“Bir Şehir Üç Nesil” isimli eser, bir aydının, bir bilim insanının toplumun en temel yapı taşı olan aile kurumuna gösterdiği sevgininin ve saygının bir göstergesi. Aile varsa toplum da vardır düsturuyla yazılmış nitelikli bir eser.
Keyifli okumalar dileğiyle…