Haziran ayının ilk günleri. Hava oldukça sıcak. Biraz nefes almak, bir ağaç gölgesinde serinlemek için kavaklığa gittim.
Her şey gayet iyi ve Güzel. Modern bir çevre düzenlemesi içinde; yürüyüş yolları, spor egzersiz aletleri, metal heykelcikler, çocuk oyun alanları, dinlenmek isteyenler için banklar, kamelyalar, yeni yeni ağaç türleri, renk renk çiçekler.
Her şey yerli yerince!
Ama ben eski kavaklığımı özlüyorum.
İnsanların doğal, tabiatın doğal, Alleben deresinin kendi yatağında dolu dolu aktığı, içinde balıkların oynaştığı, kurbağaların öttüğü mekanları arıyorum.
Gaziantep’te hafta sonu at arabalarıyla, faytonlarla, otomobillerle kavaklığın yolunu tutan, ellerinde kap kacak, açkılar; Atatürk bulvarından Maanoğlu köprüsüne çoluk çocuk sel olup akan sahrecilerimizi arıyorum.
Yeşil çimenlerle kaplı, koyu bir ağaç gölgesi altına açılan savanlar üzerinde muhabbete eden, çaylarını yudumlayan, paylaşan, yardımlaşan komşularımızı, akrabalarımızı özlüyorum.
Kuş seslerine çocuk seslerinin karıştığı, saygıda kusur edilmediği anları arıyorum.
Küçük açkılar üzerinde anlarımızın yoğurduğu yağlı köfteleri, kazanlar dolusu pişen dolmaları, sarmaları, el birliği ile hazırlanan, neşeyle etrafında toplandığımız sahre sofralarını arıyorum.
Alleben deresi kenarında sırtını bir ağaca dayamış yaşlı ninelerin, dedelerin torunlarını uzaktan seyretmelerini, anaların uyarı dolu haykırmalarını, peçiç oynayanların çekişmelerini, top oynayan çocukları, ip atlayan yakan top oynayan genç kızlarımızın coşkulu hallerini özlüyorum.
Kavaklığın bir kenarında meraklısının çaldığı akordeondan yükselen kuş sesine karışan müzik sesini, bir keman eşliğinde şarkılar söyleyen beyefendileri, çocuğuna söğüt dalından düdük yapıp sevindiren babaları arıyorum.
Alleben'in serin sularında soğutulup yenen karpuzu, köprü başında at arabasında marul satan bostancıdan satın alıp yediğimiz marulun, zembil içinde altın sarısı lokum kıvamına gelmiş zerdalinin , deşti hayirin tadını özlüyorum.
Sahre alanlarının müdavini olan; balon, somur somur bitmez, meybuz, kavurga satan seyyar satıcılarından üç beş kuruşa satın alıp yenen, mutluluktan kendinden geçen çocukların yüzlerindeki mutluluk anlarını özlüyorum.
Şimdi kavaklıkta modernlik, çağdaş yaşam adına her şey var.
Belki de olması gereken bu!
Ama kavaklığı kavaklık yapan, o bizim bildiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız, mutlu olduğumuz ve unutamadığımız; paylaşan, yardımlaşan, birlikte olmaktan mutlu insanların yerinde yeller esiyor.
Maalesef ne mekân eski mekân ne de insanlar eski bildik insanlar.
Pek çok şeyi modernlik adına terk ediyor, hayatımızdan dışlıyoruz.
Ibrahim Alisinanoğlu-10.06.2024
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
İbrahim ALİSİNANOĞLU
ESKİ KAVAKLIK VE ÖZLEMLERİMİZ
Haziran ayının ilk günleri. Hava oldukça sıcak. Biraz nefes almak, bir ağaç gölgesinde serinlemek için kavaklığa gittim.
Her şey gayet iyi ve Güzel. Modern bir çevre düzenlemesi içinde; yürüyüş yolları, spor egzersiz aletleri, metal heykelcikler, çocuk oyun alanları, dinlenmek isteyenler için banklar, kamelyalar, yeni yeni ağaç türleri, renk renk çiçekler.
Her şey yerli yerince!
Ama ben eski kavaklığımı özlüyorum.
İnsanların doğal, tabiatın doğal, Alleben deresinin kendi yatağında dolu dolu aktığı, içinde balıkların oynaştığı, kurbağaların öttüğü mekanları arıyorum.
Gaziantep’te hafta sonu at arabalarıyla, faytonlarla, otomobillerle kavaklığın yolunu tutan, ellerinde kap kacak, açkılar; Atatürk bulvarından Maanoğlu köprüsüne çoluk çocuk sel olup akan sahrecilerimizi arıyorum.
Yeşil çimenlerle kaplı, koyu bir ağaç gölgesi altına açılan savanlar üzerinde muhabbete eden, çaylarını yudumlayan, paylaşan, yardımlaşan komşularımızı, akrabalarımızı özlüyorum.
Kuş seslerine çocuk seslerinin karıştığı, saygıda kusur edilmediği anları arıyorum.
Küçük açkılar üzerinde anlarımızın yoğurduğu yağlı köfteleri, kazanlar dolusu pişen dolmaları, sarmaları, el birliği ile hazırlanan, neşeyle etrafında toplandığımız sahre sofralarını arıyorum.
Alleben deresi kenarında sırtını bir ağaca dayamış yaşlı ninelerin, dedelerin torunlarını uzaktan seyretmelerini, anaların uyarı dolu haykırmalarını, peçiç oynayanların çekişmelerini, top oynayan çocukları, ip atlayan yakan top oynayan genç kızlarımızın coşkulu hallerini özlüyorum.
Kavaklığın bir kenarında meraklısının çaldığı akordeondan yükselen kuş sesine karışan müzik sesini, bir keman eşliğinde şarkılar söyleyen beyefendileri, çocuğuna söğüt dalından düdük yapıp sevindiren babaları arıyorum.
Alleben'in serin sularında soğutulup yenen karpuzu, köprü başında at arabasında marul satan bostancıdan satın alıp yediğimiz marulun, zembil içinde altın sarısı lokum kıvamına gelmiş zerdalinin , deşti hayirin tadını özlüyorum.
Sahre alanlarının müdavini olan; balon, somur somur bitmez, meybuz, kavurga satan seyyar satıcılarından üç beş kuruşa satın alıp yenen, mutluluktan kendinden geçen çocukların yüzlerindeki mutluluk anlarını özlüyorum.
Şimdi kavaklıkta modernlik, çağdaş yaşam adına her şey var.
Belki de olması gereken bu!
Ama kavaklığı kavaklık yapan, o bizim bildiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız, mutlu olduğumuz ve unutamadığımız; paylaşan, yardımlaşan, birlikte olmaktan mutlu insanların yerinde yeller esiyor.
Maalesef ne mekân eski mekân ne de insanlar eski bildik insanlar.
Pek çok şeyi modernlik adına terk ediyor, hayatımızdan dışlıyoruz.
Ibrahim Alisinanoğlu-10.06.2024