HAYATINIZDA BEKLEDİĞİNİZ HER MUTLULUK, ALLAH’IN EMRİNE İTAATTEN GEÇER.
Yazının Giriş Tarihi: 17.07.2025 13:52
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.07.2025 13:56
İnsanoğlunun peşinden koştuğu tek hakikat, Allah’ın bizler için garanti ettiği mutluluktur. İnsanlar yaratılışının gereği olarak hep huzur ve saadeti arıyor. Mutluluğun olmadığı hayat, hayat değil. Ama mutluluk bedava bir olay değil.
Mutluluk;
*İç dünyamızda,
*Dış dünyamızda ve
*Allah ile olan ilişkilerimizde, kesintisiz sulh ve sükûn halinin oluşması ve kavganın bittiği bir yeri ifade ediyor.
İnsanoğlunun yaratılışına baktığımız zaman, alelâde bir varlık değil, kâinatşümul bir varlık olduğunu görüyoruz. Zahiri âleme ait olan bir fizik vücut, berzah âlemiyle alâkalı bir nefs ve emr âlemiyle alâkalı bir ruh olmak üzere üç vücuttan oluşur. Ve dikkat ederseniz, bu söylediğim üç olay da nefsimizin manevî kalbindeki afetlerin, evvelâ kontrol altına alınması, daha sonra tasfiyesiyle, temizlenmesiyle elde ediliyor. Ama günümüz insanına baktığımız zaman ne yazık ki dünyevi her şeyi biliyorlar, ama bilmeleri gereken nefs tezkiyesi ve tasfiyesini bilmiyorlar. Hepimiz bu dünya hayatında maişetimizi kazanmak üzere okullara gitmiş, mezun olmuş, diplomalarımızın gereği olarak bir yerde çalışıyoruz. Ve belki tatbikatta değil ama teorik planda çok şey biliyoruz. Ama neyi bilmiyoruz? Peşinden koştuğumuz mutluluğu nasıl elde edeceğimizi bilmiyoruz.
Allah insanı o kadar çok seviyor ki; insan için vazettiği mutluluğu tek bir dileğe bağlamış: Allah’a ulaşmayı dilemek. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştıracağına söz veriyor.
ŞURÂ-13: “…Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır.”
Allah’ın sözünde değişiklik olmaz. Verdiği söz gereği, ruhun Allah’a teslimi Allah’ın garantisinde. Kimin kalbinde Allah’a ulaşma dileği varsa Allahû Tealâ anında işitiyor ve biliyor ve görüyor; derhâl Rahîm esmasıyla tecelli ediyor ve 7-8 ay gibi kısa bir sürede o kişinin ruhu Allah’a ulaşıyor, fizik vücudu şeytana kul olmaktan kurtuluyor. Yani kısacası üç tane cennet ve dünya saadetinin yarısı herkese hibe ediliyor, hediye ediliyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor: “Ölmeden evvel ölünüz.” Ölmeden evvel ölünüz hadîsi, ruhun bu dünyadayken Allah’a ulaşmasını ve kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmayı ifade ediyor.
Hepimizi yoktan var eden Allahû Tealâ’nın, insanlık tarihi boyunca hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanlar için öngördüğü reçete tek. Âdem (A.S)’ın dönemindeki reçete, Nuh (A.S) döneminde, İbrâhîm (A.S) döneminde, yani hangi zaman dilimini incelerseniz inceleyin, hanif fıtratıyla yaratılan insanları görürsünüz:
RÛM-30: “Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz.” Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.”
Ve hanif fıtratıyla yaratılan insanlar için Allah’ın indirdiği tek dîn; hanif dîni.
ÂLİ İMRÂN-95: “De ki: Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı.”
Bu dîni yaşamamız halinde mutlu olabileceğimizi Allahû Tealâ defaatle tekrar ederek söylüyor. Şimdi ahir zamandayız. Ahir zamanda herkesin hidayeti unuttuğu bir dönemdeyiz. “Hidayet unutulursa ne olur?” derseniz, hidayet unutulursa o kişinin mutluluğa ulaşması mümkün değil. Çünkü Allah’ın indirdiği mutluluk kılavuzumuz olan bütün Kutsal Kitapların hedefi hidayet, hidayetin hedefi de mutluluk. Hidayetin tarifine bakıyoruz:
ÂLİ İMRÂN-73: “…Muhakkak ki hidayet, Allah'a ulaşmaktır.” BAKARA-120: “…Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”
Bunları neden söylüyorum? İnsan bu zahiri âlemi, maişetiyle (eviyle, arabasıyla vs.) dört başı mamur yaparsa da bu zahiri âlemde mutlu olamaz. Nefsindeki 19 afet sebebiyle şeytan devamlı afetlere tesir eder, devamlı iç dünyasında kavgayı yaşar. Bu kavga; ailesinde eşine sirayet eder, bu kavga; mahallede komşusuna sirayet eder, bu kavga; ülkede başka insanlara sirayet eder. Biz insanlar yaşadığımız hayatta tek biletli bir yolculuk yapmıyoruz, daima çift biletimiz var. İşte Osmanlı diyor ki: “Ne kendi eyledi rahat, ne âleme verdi huzur, çekti gitti dünyadan, dayansın ehl-i kubur.” İnsanoğlu kendine verdiği zarar kadar etrafa da zarar veriyor, ama tersi de mümkün; eğer siz mutlu ederseniz, mutlu olursunuz. Öyleyse herkesin Allah’ın hakikatlerini unuttuğu ve hayatından tamamen çıkardığı bir dönemde Allah’ın reçetesini dikkate alarak hepimiz hayatımızı tanzim etmek durumundayız.
BAKARA-186: “Ve kullarım sana Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler. Bana âmenû olsunlar ve böylece irşada ulaşsınlar.”
Allah bütün insanları Kendi Zat’ına davet eder:
“YÛNUS-25: “Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.”
Allaha ulaşmayı dilemek, Allah’ın temel emrine ve davetine icabet etmektir. Sadece bize düşen, onu talep etmemiz: “Ya Rabbi! Ben de ölmeden evvel Sana ulaşmayı diliyorum.” Ama bu dilek dilden olmayacak, kalpten olacak. Dileğiniz kalpten olduğu sürece Allah’ın size icabet etmemesi mümkün değil.”
Hepinizin hem dünya saadetine hem cennet saadetine ulaşmasını Yüce Rabbimizden diliyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
DR. ABDULCABBAR BORAN
HAYATINIZDA BEKLEDİĞİNİZ HER MUTLULUK, ALLAH’IN EMRİNE İTAATTEN GEÇER.
İnsanoğlunun peşinden koştuğu tek hakikat, Allah’ın bizler için garanti ettiği mutluluktur. İnsanlar yaratılışının gereği olarak hep huzur ve saadeti arıyor. Mutluluğun olmadığı hayat, hayat değil. Ama mutluluk bedava bir olay değil.
Mutluluk;
*İç dünyamızda,
*Dış dünyamızda ve
*Allah ile olan ilişkilerimizde, kesintisiz sulh ve sükûn halinin oluşması ve kavganın bittiği bir yeri ifade ediyor.
İnsanoğlunun yaratılışına baktığımız zaman, alelâde bir varlık değil, kâinatşümul bir varlık olduğunu görüyoruz. Zahiri âleme ait olan bir fizik vücut, berzah âlemiyle alâkalı bir nefs ve emr âlemiyle alâkalı bir ruh olmak üzere üç vücuttan oluşur. Ve dikkat ederseniz, bu söylediğim üç olay da nefsimizin manevî kalbindeki afetlerin, evvelâ kontrol altına alınması, daha sonra tasfiyesiyle, temizlenmesiyle elde ediliyor. Ama günümüz insanına baktığımız zaman ne yazık ki dünyevi her şeyi biliyorlar, ama bilmeleri gereken nefs tezkiyesi ve tasfiyesini bilmiyorlar. Hepimiz bu dünya hayatında maişetimizi kazanmak üzere okullara gitmiş, mezun olmuş, diplomalarımızın gereği olarak bir yerde çalışıyoruz. Ve belki tatbikatta değil ama teorik planda çok şey biliyoruz. Ama neyi bilmiyoruz? Peşinden koştuğumuz mutluluğu nasıl elde edeceğimizi bilmiyoruz.
Allah insanı o kadar çok seviyor ki; insan için vazettiği mutluluğu tek bir dileğe bağlamış: Allah’a ulaşmayı dilemek. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştıracağına söz veriyor.
ŞURÂ-13: “…Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştırır.”
Allah’ın sözünde değişiklik olmaz. Verdiği söz gereği, ruhun Allah’a teslimi Allah’ın garantisinde. Kimin kalbinde Allah’a ulaşma dileği varsa Allahû Tealâ anında işitiyor ve biliyor ve görüyor; derhâl Rahîm esmasıyla tecelli ediyor ve 7-8 ay gibi kısa bir sürede o kişinin ruhu Allah’a ulaşıyor, fizik vücudu şeytana kul olmaktan kurtuluyor. Yani kısacası üç tane cennet ve dünya saadetinin yarısı herkese hibe ediliyor, hediye ediliyor.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor: “Ölmeden evvel ölünüz.” Ölmeden evvel ölünüz hadîsi, ruhun bu dünyadayken Allah’a ulaşmasını ve kayıtsız şartsız Allah’a teslim olmayı ifade ediyor.
Hepimizi yoktan var eden Allahû Tealâ’nın, insanlık tarihi boyunca hanif fıtratıyla yarattığı bütün insanlar için öngördüğü reçete tek. Âdem (A.S)’ın dönemindeki reçete, Nuh (A.S) döneminde, İbrâhîm (A.S) döneminde, yani hangi zaman dilimini incelerseniz inceleyin, hanif fıtratıyla yaratılan insanları görürsünüz:
RÛM-30: “Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz.” Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.”
Ve hanif fıtratıyla yaratılan insanlar için Allah’ın indirdiği tek dîn; hanif dîni.
ÂLİ İMRÂN-95: “De ki: Allahû Teâla doğruyu söyledi. Öyle ise hanif olarak Hz. İbrâhim'in dînine tâbî olun. Ve o, müşriklerden olmadı.”
Bu dîni yaşamamız halinde mutlu olabileceğimizi Allahû Tealâ defaatle tekrar ederek söylüyor. Şimdi ahir zamandayız. Ahir zamanda herkesin hidayeti unuttuğu bir dönemdeyiz. “Hidayet unutulursa ne olur?” derseniz, hidayet unutulursa o kişinin mutluluğa ulaşması mümkün değil. Çünkü Allah’ın indirdiği mutluluk kılavuzumuz olan bütün Kutsal Kitapların hedefi hidayet, hidayetin hedefi de mutluluk. Hidayetin tarifine bakıyoruz:
ÂLİ İMRÂN-73: “…Muhakkak ki hidayet, Allah'a ulaşmaktır.”
BAKARA-120: “…Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”
Bunları neden söylüyorum? İnsan bu zahiri âlemi, maişetiyle (eviyle, arabasıyla vs.) dört başı mamur yaparsa da bu zahiri âlemde mutlu olamaz. Nefsindeki 19 afet sebebiyle şeytan devamlı afetlere tesir eder, devamlı iç dünyasında kavgayı yaşar. Bu kavga; ailesinde eşine sirayet eder, bu kavga; mahallede komşusuna sirayet eder, bu kavga; ülkede başka insanlara sirayet eder. Biz insanlar yaşadığımız hayatta tek biletli bir yolculuk yapmıyoruz, daima çift biletimiz var. İşte Osmanlı diyor ki: “Ne kendi eyledi rahat, ne âleme verdi huzur, çekti gitti dünyadan, dayansın ehl-i kubur.” İnsanoğlu kendine verdiği zarar kadar etrafa da zarar veriyor, ama tersi de mümkün; eğer siz mutlu ederseniz, mutlu olursunuz. Öyleyse herkesin Allah’ın hakikatlerini unuttuğu ve hayatından tamamen çıkardığı bir dönemde Allah’ın reçetesini dikkate alarak hepimiz hayatımızı tanzim etmek durumundayız.
BAKARA-186: “Ve kullarım sana Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler. Bana âmenû olsunlar ve böylece irşada ulaşsınlar.”
Allah bütün insanları Kendi Zat’ına davet eder:
“YÛNUS-25: “Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.”
Allaha ulaşmayı dilemek, Allah’ın temel emrine ve davetine icabet etmektir. Sadece bize düşen, onu talep etmemiz: “Ya Rabbi! Ben de ölmeden evvel Sana ulaşmayı diliyorum.” Ama bu dilek dilden olmayacak, kalpten olacak. Dileğiniz kalpten olduğu sürece Allah’ın size icabet etmemesi mümkün değil.”
Hepinizin hem dünya saadetine hem cennet saadetine ulaşmasını Yüce Rabbimizden diliyoruz.
Allah hepinizden razı olsun.